phishing
Nurettin BURHAN

Nurettin BURHAN

Tablo

Bizim köy üzerine - 2

Bizim köy üzerine - 2

 

Bundan önceki "Bizim köyde kimsede para yoktu; ama..." başlıklı yazı, beklemediğimce ilgi topladı. Okurların gözlerine sağlık. Bizim köyün halleri öyle bir köşe yazısıyla bitiverecek değildi tabii... Biraz daha anlatalım bakalım:

Bizim köyün bereketi sularından geliyordu.

Köyümüzün yakınından akıp giden dereden (çaydan) başlayalım:

Bazı bölgeleri 8-10 metre, bazı bölgeleri 5-6 metre eninde; bazı yerleri 2 metre, bazı yerleri yarım metre derinliğinde, gürül gürül akan pırıl pırıl bir çay...

Çamaşırlarımız orada yıkanır; arada bir biz de orada yıkanırdık.

 

***

Sonra çeşmelerimiz...

Biri köyün yukarı başında, biri aşağısında iki çeşme...

İkişer kurnada haykırırdı sular. İçimi şifalıydı sanki.

Toprak testilerle, kalaylı güğümlerle taşınırdı evlere su.

İki çeşmemiz de köyün dışında vardı karşılıklı.

Onlar da ikişerden dört kurnayla yeşil bereket saçarlardı.

Belli ki, kırlarda otlayan hayvanlarımız ve yaban hayvanları da içsin diye yaptırmışlardı köyün hayırseverleri.

 

***

Köyün üç yerinde göllerimiz (göletlerimiz) vardı.

İçine çöreklenen mandaların, başları, boynuzları görünürdü dışarıdan.

Birini suyu çok temizdi, yüzme bilenler yüzerlerdi.

Kışın buz tuttuğunda da, üstünde düşe düşe kaymaya doyulmazdı.

 

***

Ya kuyularımız...

İki sene önce köylülerimizden; Goca Gulak'ın torunu, Goca Halil'in oğlu Goca Süleyman'la otururken; köy kuyularından söz açıldı. Hatırlaya hatırlaya saymaya çalıştık.

Önce on dokuz kuyu bulduk, sonra biraz daha zorladık, yirmi bire çıktı sayı.

Hepsinin bir kimliği, bir kişiliği yani bir kazanı vardı.

Bazıları serenli, bazısı serensiz; sularının tadı ayrı kuyularımız.

 

***

Çayımızın akması önce zayıfladı, sonra tümden kesildi.

Gürül gürül akan çeşmelerimiz akmaz oldu.

Göllerimizde su yerine önce mil sonra da çatlamış kuru toprak.

Kuyularımız da kör kuyu oldu; kuru otlar kapatmış üstlerini...

 

***

Evlerimiz toprak damlıydı.

Gerenğ dediğimiz su geçirmez toprak atardık üstüne.

Kenarları da pürüden pardıyla çevriliydi.

Loğ diye bilinen, bizimse "yuvgu daşı" dediğimiz, ağır ve silindir yapılı bir taşla dambaşının gerenğini sıkıştırırdık ki, yağmur yağınca, kar eriyince akmasın.

Şimdi toprak damlı ev kalmadı, hepsi kiremit örtülü.

 

***

Eski bizim köy yok artık.

Doğduğu yerde doyamayan insanlar zümresine karışan insanlarımız; eskiden sırtına yorganını, tırpanını vurur Ege ovasına giderlerdi ekmek parasına.

Sonra Avrupa icad oldu. Köyün yüzde sekseni oralara aktı.

 

***

Şimdi herkeste para var.

Binalar lüks, sokaklar parke taşlı.

Evlere su getirilmiş uzak dağlardan.

Kahvelerde CocoCola bilem içiliyor

 

***

Ama bir şeyler eksik sanki; bereket yok gibi.

Hiç bir şey üretilmiyor.

Fırın yok, ekmek kentten geliyor.

Ekmek bile pişirilemeyen köyde bereket mi kalır?

(Sanırım, bir bölüm daha sürecek bu mevzu; izin verirseniz...)

YORUMLAR

  • 0 Yorum