Son yıllarda ülkenin ekonomik gündemi öyle hızlı değişiyor ki, haber bültenlerinin dili yetişemiyor.
Fiyat etiketleri yenileniyor, hesaplar şaşıyor, insanlar omuzlarında görünmez yüklerle yaşamaya çalışıyor.
Bu yükün en ağır kısmı ise ilginçtir:
En sessiz kalanların omzunda taşınıyor.
Çocukların ve gençlerin…
Kimse fark etmiyor belki ama ekonomik dalgalanmaların en derin yaralarını, cümle kurmaya bile çekinen bu küçük omuzlar taşıyor.
Büyüyorlar… ama büyümekten çok olgunlaştırılıyorlar.
Daha çocukken “tasarruf” kelimesini ezberliyor,
daha gençken “gelecek kaygısı” denen ağır bir yükün sahibi oluyorlar.
Evlerde konuşulan her şey,
çocukların ruhuna ince bir sızı olarak işliyor.
“Elektrik faturası bu ay yine çok gelmiş…”
“Market çok pahalı olmuş…”
“Nasıl geçineceğiz bilmiyorum…”
“Bu sene tatil hayal…”
Biz yetişkinler için sıradan birer cümle belki,
ama bir çocuğun dünyasında bunlar deprem etkisi yaratıyor.
Çocuklar, anne ve babasının yüzündeki yorgunluğu okuyabilen küçük ruhlardır.
Söylenmeyenleri bile duyarlar.
Bu yüzden evdeki ekonomik sıkıntı,
onların dünyasında “benim yüzümden mi?” endişesine dönüşür.
Gençler ise daha farklı bir savaşın içinde.
Gelecek planları sürekli revize edilen bir kuşağın fertleri onlar.
“Üniversite okusam iş bulabilir miyim?”
“Okumazsam ne yapacağım?”
“Hayallerim gerçek olur mu?”
“Ya olursa değil… ya olmazsa?”
Bu sorular gençlerin zihnini yoruyor,
biz yetişkinler bunu çoğu zaman fark etmiyoruz.
Ekonominin sert rüzgârı, çocukların oyun alanına bile vuruyor aslında.
Oyuncak fiyatları bir çocuğun hayal gücünü sınırlıyor,
çocukluk coşkusu marketteki etikete göre şekil alıyor.
Cep harçlığı gençlerin özgürlüğünü değil, stresini belirliyor.
Küçük istekler bile “bütçe hesabı”na bağlı hale gelmiş durumda.
Ve en acısı…
Çocuklar ve gençler,
ekonominin koşullarını değiştiremeyecek kadar küçük;
ama sonuçlarını taşıyacak kadar büyük görülüyor.
Onlara söz düşmüyor…
Ama yük düşüyor.
Peki bu tabloyu değiştirmek için ne yapabiliriz?
Belki de önce şu gerçeği kabul ederek başlamalıyız:
Çocuklar ekonomik krizin birer seyircisi değil;
etkilenen tarafın en kırılgan halkası.
Onlarla daha çok konuşmalı, açıklamalıyız.
“Paramız yok” demek yerine,
“Bu dönem biraz daha dikkatli olacağız ama birlikte başaracağız” demeliyiz.
Gencin hayalini küçültmek yerine,
koşullara rağmen destek olmayı öğrenmeliyiz.
Bir çocuğu güven duygusundan mahrum bırakmak,
yıllarca sürecek görünmez bir duvar örer.
Ekonomiden çok daha ağır bir bedel ödetir.
Belki de en önemlisi…
Bir çocuğun gözündeki ışığı korumak,
bir gencin kalbindeki umudu beslemek,
ekonomik politikaların da ötesinde
insani bir görev.
Bugün bir çocuğun “keşke büyümesem” deyişi…
yarının toplumunun yorgunluğudur.
Gençlerin “gelecekten korkuyorum” haykırışı…
ülkenin yıllarca taşıyacağı kırılganlıktır.
Unutmamak gerek:
Bir ülkenin gerçek gücü,
çocuklarının gülüşünde,
gençlerinin umudundadır.
Ekonomik fırtınalar geçer…
Ama çocuklukta açılan yaralar kolay kolay kapanmaz.
Bu yüzden…
Yanlarında duralım.
Dinleyelim.
Destek olalım.
Sessiz kurbanların sesi,
bir gün kendilerini duyurmadan biz duyalım.
— Zeray

YORUMLAR