Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, bir Ramazan ayını Edirne’de geçirir. Bilirsiniz; Ramazan’da iftar sofraları paylaşılır, evler misafire açılır. Bu gelenek Edirne’de de canlı bir şekilde yaşanmaktadır.
Bir gün Yavuz Sultan Selim, yanından hiç ayırmadığı yakın dostu Hasan Can ile kıyafet değiştirir. Kimliklerini gizleyerek, iftara yakın saatlerde Edirne sokaklarında dolaşmaya başlarlar. Sultan, Hasan Can’a şöyle der:
— “Bak Hasan, iftar topu atılır atılmaz hangi evin önündeysek, o eve misafir olalım.”
Sokak sokak dolaşırlar. Her evin önünde bir ev sahibi ya da bir genç, kapısını açmış, iftar misafiri beklemektedir. Kimse onları tanımaz ama herkes içtenlikle davet eder. Tam o sırada iftar topu atılır.
Yavuz Sultan Selim ile Hasan Can, tek katlı, kerpiç bir evin önündedir. Ev sahibi, hiç tanımadığı bu iki misafiri buyur eder. Eve girerler. Ortada bir tahta sini vardır; üzerinde buram buram tüten bir kâse çorba ve yanında sıcak pideler… Sofradaki tüm ikram budur.
Ev sahibi sevinçlidir. Önce tuzla iftar açılır, ardından çorbaya başlanır. Bir ara Yavuz Sultan Selim konuşur. Hasan Can ise dalgınlıkla ve alışkanlıkla:
— “Evet sultanım, öyledir hünkârım…” deyiverir.
Ev sahibi bir an duraksar. Misafirinin kim olduğunu anlar. İçini bir mahcubiyet kaplar; sunabildiği ikramın azlığına üzülür. Bunu fark eden padişah, gönlünü almak ister:
— “Bu akşamki kısmetimiz ne güzel… Ne lezzetli bir çorba bu.” der.
Ev sahibi ise elinden gelenin bu olduğunu anlatmak istercesine mahcup bir sesle cevap verir:
— “Dar hane çorbasıdır sultanım, kusura bakmayın…”
Yani fakir hanenin çorbasıdır demek ister.
İşte o günden sonra bu çorbanın adı “dar hane çorbası” olarak anılır. Zamanla halk dilinde değişir, yumuşar ve bugün bildiğimiz adıyla “tarhana” olur. Sofraların da, çorbaların da baş tacı olur tarhanamız.
Anadolu’da eski bir söz vardır:
“İyilik kapısını aç, kötülük kapısını kapa. Açtığın kapıdan bir gün ola ki sultan girer.”
Edirne’de o gün açılan kapıdan bir sultan girer; ama sofraya giren, dar hane çorbasıdır. O çorba, o evi bereketlendirir; gönülleri genişletir.
Meğer bizim tarhana çorbamız, tarihin derinliklerinden gelmiş… Fakir–zengin demeden sofralarımızın baş misafiri olmuş. Zaten sofrada çorba varsa, eksik olan ne ki?
Eskiden hâli vakti yerinde olanlar, misafirlerini davet ederken:
“Bu akşam çorbayı bizde içelim.” dermiş.
Şu tevazuya, şu çorbanın azizliğine bakın…
Dar hane çorbası, zamanla nasıl da tarhana çorbası olmuş…
Bereketli evler, bereketli tarhana çorbaları…
On kişi bir tas çorbaya kaşık sallar; neticede hepsi doyar, kalkar.
Afiyet olsun efendim, bereketli olsun.
Hepinize selam olsun.
Anadolu’dan esintiler…



YORUMLAR