CORONOVİRÜS'TE BENCİLLİK YOK


 
Depremler, felaketler, salgınlar bize bir şeyi daha tüm çıplaklığıyla gösteriyor: Modern insanın ilkel benliğinde süren köleliği.
 
İnsanlık olarak 2019'un sonundan beri bir pandemi ile mücadele halindeyiz. Bu salgına karşı ülkeler olarak çeşitli önlemler aldık. Hayatta kalmak ve başkalarının hayatını riske atmamak için toplumsal önlemler ve bireysel önlemler ile hareket etmeye oldukça özen gösteriyoruz. Türkiye'de kişisel alanın bile anlamı yeterince iyi bilinmezken, enfekte olmamak veya bir başkasını enfekte etmemek adına en az bir buçuk metre kuralına uymak için de üstün bir çaba gösteriyoruz. Fakat bu özenli yaklaşım, herkes uyguladığında anlamını kazanacak. Bazı şeyleri kolektif olarak uygulamamız epey zamanımızı alacağa benziyor. Çünkü "Evde kalın" çağrılarına rağmen sosyal izolasyonun önemini bu pandemi sürecinde hala kavrayabilmiş değiliz. Durumun vahametini henüz çoğu insan anlayamamış görünen o ki... Bunu sadece "çünkü insanlar cahil" diyerek hoş göremeyiz. Eğer bir toplumu paylaşıyorsak, bu toplumun sağlığını ilgilendiren her konuda ortak bilinç ile hareket etmeliyiz. Üstelik bizler, yirmi birinci yüzyıl insanları olarak, kendimizi bu enformasyon çağında cahil bırakabilmemiz ancak ve ancak üstün bir çaba ile olabilir.
 
İşin bir de market raflarını boşaltan insan türü var. Çoğu ülkede benzer olayların yaşadığını biliyoruz ama İngiltere'den bir örnek vermek istiyorum… Kırksekiz saatlik bir nöbetten çıkan bir hemşire, gözyaşları içinde yaklaşık bir dakikalık bir video çekiyor. Market raflarının boş olduğundan dolayı, temel gıda ihtiyaçlarını karşılayamadığı için ağlıyordu. İnsanların sağlığı için canla başla çalışmış bir insanın o kadar saat sonunda, insanlığa karşı umudunu yitirdiği o anı, hemşirenin gözlerinde görüyorsunuz... Kimin hakkı kimin kilerinde ve derin dondurucusunda? Nedir bu bencillik? Bu hayatta kalma içgüdüsünden de öte, sadece bencillik… Şöyle bir senaryo yazalım: Düşünün ki, bencil insanlar tüm yiyecekleri stok yapmış ve paylaşmıyorlar. Zaten paylaşmamak için stok yapmışlar da neyse. Diğer insanlar ise ellerindeki sınırlı kaynakları günlere bölerek hayatta kalmak için uğraşıyorlar fakat yetersiz beslendikleri için bağışıklıkları zayıflıyor, hastalanıyorlar ve böylece yaşamlarını kaybediyorlar. Bu durumda bencil ve en kötü olanlar hayatta kalıyor. Dünya üzerinde insanlığı temsil edenlere de bir bakın! Bu doyumsuzluk, bu istifçilik niye? Bugün güler yüzle “günaydın” diye merhabalaştığımız bazı insanlar, depremde yağmacı oluyor, selde soyguncu oluyor, salgında istifçi oluyor... Bu ince çizgide gidip gelmelerine rağmen aynı toplumda yaşıyoruz, selamlaşıyoruz ve iç yüzlerini ancak bir felakette görüyoruz. Bu eşik cidden inanılmaz… Bu tür insanlar kafamda daima şu şekilde canlanıyor: İlkel benlikleri, onları, bir tasma ucunda ordan oraya sürüklüyor sanki... Bize bahşedilmiş güzel doğanın, işte tam da bu yüzden bir parçası olamıyor çoğu insan... Her zaman fazlası, her zaman hedoni, her zaman ilkellik, her zaman bencillik…
 
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde ilk basamakta bulunan fizyolojik ihtiyaçlardan ileriye gidemiyor insanların bir çoğu. Fakat önemli bir nokta var ki, bir kısım insan, gerçekten sosyoekonomik şartlar dolayısıyla alt basamaklarda zamanını harcıyor. Geriye kalan çoğu insan ise ekonomik gücü yerinde olmasına rağmen hala bu basamaklarda oyalanıyor. Her şeye sahip olup da, hiçbir şeyi olamamak… Bunun kadar hiçbir zaman düzeltilemeyecek, ihya edilemeyecek bir yoksulluk türü görülmemiştir. Felaketler bize, insanların büyük bir özenle sakladığı bencilliğini, ilkelliğini ve karanlığını kolaylıkla gösteriyor...
 
Sevgiyle kalın,
evinizde kalın…