Bizim köy üzerine (4)
Bizim köyde "aşk" işleri...
"Aşk" sözünü hiç duymadım bizim köyde; "yangın" derlerdi, "yanmak" derlerdi.
Fadime, Hasan Hüseyin'e yangın; Hatça, Durmuş'a yanıkmış...
Öyle kolayca değildi yanmak; gerçekten yanmayı yani ölümü göze almaktı.
Çünkü lafı çıkan (dedikodusu çıkan) kızın dünyası kararır, hayatı kayardı.
Adı çıkanla evlendirilemezse, artık köyde yüzüne bakılmazdı. Nasip gurbete...
* * *
Yananlar, yandıklarını en sır çıkmayacak yakınlarına söylerdi.
O yakın sırdaş da, yanılan kişinin ağzını arardı. Yani bir gönül yoklaması, acaba onun da gönlü var mı gibisine... Sonuç "he" ise; sonrası artık sevenlere kalırdı.
* * *
Ne yaparlardı sevenler, hemen buluşup konuşurla mıydı?
Tövbe!.. Kolay mıydı öyle, canı gözden çıkarıvermek...
Peki biribirlerini görmek? O olabilirdi işte. Ama nerede ve nasıl?
Bunun için fırsat, zaman, sabır, yol gözlemek gerekirdi.
Oğlan gözetecek uzaktan, bekleyecek; kız testileri sırtlayıp, çeşmeye yürüdüğünde; öküzleri ahırdan çıkarıp, sulamaya götürecek. Öyle hesaplayacak ki adımları, tam çeşme başında karşılaşabilsinler. Çeşmebaşı kalabalıksa; yan gözle süzmekle yetinmek, tenhaysa belki sırtlar dönük bir iki sevgi sözü...
* * *
Sonra oğlanın ana babaya durumu çıtlatması...
Ana babanın gönlü edilirse, sıra onların ağız yoklamasında...
Herşey yolunda giderse; dünür, söz, nişan düğün...
Sevenler kavuşur; mutlu son!
* * *
Fakat o "mutlu son" binde bir olurdu.
Ya oğlan ailesi kızın ailesini beğenmez, ya kız ailesi oğlanın sülalesinden haz etmez;
yatardı bu dünürlük. İki taraf da, Nuh der, peygamber demezdi...
Yananlar, yandıklarıyla kalırlar; kız başkasına verilir, oğlan başkasını alırdı.
Ha bu arada; "evlenmek-evlendirmek" sözleri kullanılmazdı pek; kız satılır, oğlan everilir, kız kocaya varır, oğlan tarafı gelin alırdı...
* * *
Ya yananlar yani biribirini sevenler, ana babalarına boyun eğmek istemezlerse...
Öyle ya, gönül ferman dinlemezmiş derler; ne yapacaklar o zaman?
Başka çıkaryol mu var, göze alacaklar herşeyi, elele verip, kaçacaklar tabii ki!
Kolay mı bu, elbette değildi ama; olmadı değil bu, epeyce oldu yani...
Sonuçta evlat denir, affedilirdi; kaçanların umudu bu olurdu.
* * *
Aşk meşk işlerinde iletişimden de söz edelim mi azıcık?
İletişim için telefon mu vardı sanki... Telefon diye bir alet vardı ama, o alet bir tek muhtarlık odasında bulunurdu, o da yalnızca nahiyenin jandarma karakoluna, direklere gerili tellerle bağlıydı. Sonradan "manyetolu" dendiğini öğrendiğim bir kolla gırıl gırıl çevrilen bir alet...
* * *
Hal böyle olunca, iletişim canlı yollarla olurdu.
Her iki tarafın da güvendiği sır dostu bir aracı sayesinde mesela...
Aracı sezdirmezse, karşılıklı hediyeler bile yollanırdı.
İşmarlaşma (işaretleşme) da bir iletişim yoluydu; şapkayı çıkarıp giyivermek, eteği toplayıp salıvermek gibi. Ha bir de kız görüş alanında ve hava da güneşliyse; şimdiki aletlerden daha hızlı iletişim yolu aynaydı. Güneş ışığı aynaya, aynadan da kızın yüzüne...
Ama öyle tehlikeli bir yoldu ki bu, açıktan taciz sayılacağından, yakalanılırsa sonucundan Allah saklasındı. O yüzden kimse göze alamazdı bunu. Köyümüzde bu yüzden hiç cinayet işlenmediği için biliyorum bunu.
* * *
Bizim köy muhabbetini burada bağlamalı mı yoksa bir iki mesele daha var, onu da mı yazıp bitirmeli? Azıcık düşüneyim bir...
YORUMLAR