phishing
Konuk Yazar

Konuk Yazar

Konuk Kalem

HZ. PEYGAMBER ve GÜVEN TOPLUMU

Ebubekir ÇETİNER*

 

 

HZ. PEYGAMBER ve GÜVEN TOPLUMU

 

Diyanet İşleri Başkanlığı olarak her yıl Kutlu Doğum Haftasının teması olarak bir konu belirlenir. 2017 yılı için “Hz. Peygamber ve Güven Toplumu” şeklinde belirlenen bu temanın yurt sathında ve gönül coğrafyamızda işlenmesiyle, barış ve güven toplumu olabilmek için, yeniden Emin Peygamberin emin ümmeti olabilmek için mümin gönüllerde bir bilinç ve farkındalık oluşturmak hedeflenmektedir.

Güven; inanmak ve emin olmaktır; endişelerden sıyrılmak ve korkuları bir kenara bırakmaktır. Din-i Mübin-i İslam’da iman ile güven arasında çok güçlü bir ilişki mevcuttur. İman eden kimse anlamına gelen “mümin”; güvenilir insan anlamına gelen “emin”; güven, güvence ve güvenlik anlamına gelen “emniyet”; can ve mal güvencesi anlamına gelen “eman”; hıyanetin zıddı olarak kullanılan “emanet” kavramları, aynı kökten beslenmektedir. Bu kökün bağlandığı nokta ise, Yüce Yaratıcı’nın mahlûkata sağladığı sonsuz güvendir.

 

***

İslam’a göre, güvenin yegâne kaynağı Cenab-ı Hak’tır. Yüce Rabbimizin esma-i hüsnasından biri olan “el-Mümin”, “huzur, esenlik ve güven veren, kendisine güven duyulan, emniyet ihsan eden” demektir. Dolayısıyla Allah’a iman eden bir mümin, kendisinin de bir parçası olduğu varlık âleminin Yüce Allah’ın himayesi, koruması ve garantisi altında olduğuna inanır. Mümin, Yüce Allah’ın kudretine teslim olan, zihnini ve yüreğini en sağlam, bâki, değişmez mesnede yaslayan, böylelikle huzura kavuşan kimsedir. Mümin, dünyada ve ahirette huzur ve mutluğa ancak bu güven sayesinde kavuşabileceğini bilir.

Bireyin Allah’a imanı ve bunun getirdiği güven ve emanet duygusu diğer insanların kendisine güvenmesini, emin bir insan olduğuna inanmasını sağlayan bir araca dönüşmekte, bir anlamda kişinin imanı diğer insanlara kendisine güvenilebileceğine dair garanti sunmaktadır. Burada birey imanın getirdiği emin olma hâlini diğer insanlara yansıtmakla mü’min sıfatını hak etmektedir. Emanet ve güven; huzurun, rızık bolluğunun, güzel ve hoş bir hayatın en önemli sebebi olurken, emanete hıyanet ve güvensizlik; bu nimetlerin elden gitmesine, korku, açlık ve sefalete neden olmaktadır.

***

İnsanlığa imanı ve güveni aşılamak, vahyi ve hidayeti taşı¬mak için gönderilen bütün peygamberlerin ortak niteliği “doğ¬ruluk ve güvenilirlik” anlamına gelen “sıdk ve emanet” vasfına sahip olmalarıdır. Çünkü tebliğ ve davetin başarıya ulaşması için doğruluk, dürüstlük ve samimiyet şarttır. Şiddetin, zul¬mün, talanın, istismarın had safhada yaşandığı, dolayısıyla in¬sanların güvene her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğu Cahili¬ye döneminde Sevgili Peygamberimizin “Muhammedü’l-Emin” olarak anılması son derece manidardır. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), hayatının her döneminde sadece müminlerin değil, düşmanla¬rının da kendisinden emin olduğu yüce bir şahsiyettir.

***

Hz. Peygamber (s.a.s.), her şeyden önce güvenilir bir insan, güve¬nilir bir baba, güvenilir bir eş, güvenilir bir arkadaş, güvenilir bir dosttur. Akrabaya, komşuya, ticarette muhatap olduğu in¬sanlara, idaresi altındaki Müslümanlara güven veren, özü sözü bir, sadık insandır. Hâkimliği, komutanlığı, imamlığı, risaleti güven üzerine kuruludur. Mesela Hz. Peygamberin Medine’ye hicreti, biat etmiş insanlara olan güveni sonucunda gerçekleşen bir yolculuktur. Sonrasında da Medinelilerin muhacirlere sahip çıkarak kendilerinden olmayan bir insanın etrafında kenetlenmeleri tamamıyla bu güvenin bir yansımasıdır.

Hz. Peygamber (s.a.s.), güvenmeyi ve güvenilir olmayı, kendisini model alan bütün müminlerin ayrılmaz vasfı ola¬rak zikretmiştir. “Mümin, insanların canlarına ve mallarına za¬rar vermeyeceğinden emin oldukları kimsedir.” hadisi (Tirmizî, Îmân, 12), “iman” ile “insanlara güven sunma” arasında doğrudan bağ kurması bakımından dikkat çekicidir. Mümin, yüreğindeki sar¬sılmaz güveni çevresine aksettirmekle ve davranışlarına yansıt¬makla mükelleftir.

***

Onun Allah’a ve Resûlüne imanı, insanlara sağladığı emana dönüşmeli; yüreğindeki güven hissi, toplumda güvenilirliğin teminatı olmalıdır. “Bir kişinin kalbinde aynı anda iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz.” (İbn Hanbel, II, 349) hadisi gibi, emanet bilincine sahip olmanın imanla özdeşliğini hatırlatan sayısız hadis-i şerif vardır.

İnsanın insanca yaşayabilmesi için güvenli bir ortama ihtiyacı vardır. Güvenli ortam sadece güvenlik güçleriyle ve müeyyidelerle sağlanamaz. Kendi varlığının farkında olan, insanlığını toplum içinde inşa etmek durumunda olduğunu bilen, kendi geleceğini belirleme konusunda inisiyatif alan bireylerden oluşan bir topluma ihtiyaç vardır. Güvenli bir ortam için bireyin kendisiyle, toplumla ve Allah ile barışık olması ve insan fıtratındaki güzel hasletleri açığa çıkarmayı başarması gerekir.

Kısacası, eman ve güvenin inşası öncelikle insanın ken¬di nefsinde başlar. Ne kadar dış tedbirler, güvenlik kalkanları oluşturulursa oluşturulsun, eğer insan içten gelen, inancından beslenen bir güven karakteri geliştirememişse, hepsi başarısızlığa mahkûm olacaktır. Çünkü imanı dilinde kalan ve benliğini kaplamayan her insan, dinine olan güveni zayıf olduğu nispet¬te insanlara olan güvenini ve güvenilirliğini de kaybedecektir. Diğer taraftan, tek başına kaldığında bile Allah’ın gözetiminde olduğunun farkında olan, iman, ihsan ve ihlas sahibi bir Müslüman, sadece kendi güvenliği için değil, insanlığın ve tabiatın güvenliği için de emek vermekten kaçınmayacaktır.

 

***

Bugün, omuzlarımızdaki yükü, dağlara emanet edilemeyip de bize tevdi edilen o ağır yükü hissetmeye, emanet bilincini yeniden kuşanmaya muhtacız. Göğsümüze emanet edilen ima¬nın, kalbimize emanet edilen ihsanın, aklımıza emanet edilen idrakin gereğini yapmalıyız. Zamana ve insana dair güvensizlik söylemlerine aldanmadan, pes etmeden, cesaretimizi yitirme¬den “eman toplumunun oluşumunda payı bulunan emin in¬sanlar” olmak için çaba sarf etmeliyiz. Halife olarak yeryüzü¬nü imar etmekle mükellef olduğumuz bilinciyle, hakikatin ve adaletin gücüne duyduğumuz sarsılmaz güvenle yol almalıyız. İslam’ın tarihsel tecrübesi bizlere güven toplumunun nitelikle¬rine dair açık ipuçları verirken, yüreğimizin sesi ve imanımızın güvencesi bize bugün de İslam toplumlarını güven iklimine taşıyacak imkan ve kararlılığı sunmaya muktedirdir.

***

 

Güven toplumu inşa etmek için öncelikle toplumların en temel taşları arasında gösterilen aile, din, kültür gibi unsurların taşıdığı önemin bilincinde olmalıyız. Bu yüzden aile bağları güçlü bir yapıya, gelenek-göreneklerine bağlı, dinini ve kültürünü her çağa taşıyabilen bireylerden oluşan bir topluma ihtiyaç duymaktayız. Unutmayalım ki; “Güven, insan ilişkilerinde çok zor kurulan ama kolay yıkılan bir duygudur.”

Güven toplumu oluşturmanın meşakkatli ve sabır gerektiren uzun bir süreç olduğunu bildiğimiz halde bir yerden başlamaya, “İşte el-Emîn, işte Muhammed geldi!” demeye her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Bu vesileyle Kutlu Doğum Haftasının afyonumuza, memleketimize ve İslam âlemine güven ve huzur getirmesini temenni ediyorum.

 

                                                                                                                                            

 *  Vaiz

 

 

YORUMLAR

  • 0 Yorum