phishing
Ferhan ÇINAR

Ferhan ÇINAR

ANNELİK SANATI

DENİZKIZI PAPALİİİNA!..

DENİZKIZI PAPALİİİNA!..

 

 

                Hiç unutmam, sekiz- dokuz yaşlarındayım. Mahallemizde, Gülay teyzenin evinin köşesinde bir elektrik direği vardı. Ebe olan, o direğe uzun bir iple bağlanır, kendine doğru yaklaşıp tekrar kaçan arkadaşlarını yakalamaya çalışır. Bu sırada da herkes ‘denizkızı papaliiina’ diye bağırır. Yakalanan ebe olur, oyun böylece devam eder giderdi.

                Bundan başka; eti top, dokuz kiremit, istop, çelik-çomak, hal hal, bilye, yakan top, ip atlama, karanı çelik, gece saklambacı, sek sek ve daha neleeer neler…

                Yaz kış demeden sokaktaydık biz. Yaz geceleri de geç saatlere kadar oynarken kahkahalarımız tüm mahalleyi çınlatırdı. Kış geceleri ise evde;  isim şehir, bom, kelime türetmece, üç taş, beş taş, hımbıl, yüzük saklamaca, nesi var, heybe, el el üstünde kimin eli var gibi tadına doyulmaz oyunlar vardı hayatımızda..

 

***

                Bunları yazarken öyle derinden sızladı ki burnumun direği! Nedeni; hem çocukluğuma olan özlem, hem de şimdiki çocukların bu güzelliklerden habersiz, mutsuz,  hayalsiz ve oyunsuz büyüyor olmaları.

                Şu mis gibi bahar günlerinde bile anne babalarının elinden tutmuş, minik mankenler gibi, marka ve pahalı giysiler içinde, temiz ve birbirinden şık, fakat yüzleri solgun, mutsuz ve doyumsuz çocukları AVM’lerde görmek yaralıyor beni.

                Evet sinemaya, alışverişe ve paten kaymaya gitmeli çocuklar ama daha çok oyun oynamalı…

                Evet kaykaya, salıncağa binmeli çocuklar ama daha çok oyun oynamalı…

                Kastettiğim şey, karma gruplar halinde oynanan, fiziksel, bilişsel ve sosyal gelişimi tümüyle destekleyen oyunlar. Bizim çocukluğumuzun oyunları yani. Ya da kendi kendilerine kurdukları, rolleri ve kuralları kendilerinin belirlediği, gerçek hayatı modelledikleri serbest oyunlar. Evcilik, bakkalcılık, manavcılık gibi..

 

***

                Şimdi sizleri duyar gibiyim: “Bizim çocukluğumuzdaki gibi sokaklar güvenli değil. Oynamaları için yeterli alan yok. Her yer araba dolu. Evde bilgisayar ya da tablet oynamak onlara daha cazip geliyor. Biz çalışıyoruz, kim çıkaracak sokağa? Ödevleri yetişmiyor.”

                Çok haklısınız..

Hatırlıyorum da bizim sokakta, sadece ayakkabıcı Yılmaz amca ve Hüseyin öğretmenin arabaları vardı.

                Son otuz-otuz beş yılda çok fazla şey değişti hayatımızda. Ama şu bir gerçek ki; çocuk, aynı çocuk…

                Tek bir öğrenme yolu var onun için; oyun oyun oyun…

 

***

                Çocuklarımızla oyun oynamak ya da oynayabilecekleri ortamı bulmak yerine, kolaya kaçarak, çocukları tablet, bilgisayar, televizyon ve telefon gibi zararlı ekranlara kontrolsüzce mahkûm etmek, ellerine öyle bir kartopu vermek gibidir ki; başlangıçta masum görünse de, bu kartopu büyüdükçe bir çığa dönüşür ve bu çığın altında maalesef önce çocuk sonra da tüm aile kalır. Sanırım şu birkaç kelime, durumu anlamamıza yardımcı olur. Dikkat dağınıklığı, aşırı hareketlilik, şiddete meyil, uyum sorunu, konuşma bozukluğu vs. vs .

                4-13 yaş arası çocukları, sürekli olarak gözlemleme şansım var. 4-5 yaş grubu çocukları, serbest bıraktığımda, ellerindeki lego, ahşap bloklar, top ve minder gibi nesneleri kullanarak, yönerge almaksızın oyun kuruyor, rolleri belirliyor ve bir süre oynayabiliyorlar.

***

                Gel gelelim 8-9 yaşındakiler daha oyunu kurmadan, ben şu olacağım ben bu olacağım diye, başlıyorlar kavga etmeye. Oyunu kursalar bile kuralları ve rolleri belirlemeyi çoğu zaman beceremiyor ve maalesef başlamadan bitiriyorlar oyunu. Ama eğer bir yetişkin organize eder, kuralları ve rolleri söyler ve yönergeler verirse o zaman oyunu sürdürebiliyorlar(!)

                Eğitimci Dr. Özgür Bolat diyor ki: “Çocuklara çok şey öğretmenize gerek yok, almayın yeter. Çocuklar, her türlü yaşam koşuluna ayak uyduracak şekilde donatılmış olarak geliyorlar dünyaya.”

                Gözlemlerimden anlıyorum ki; küçük yaşta, içgüdüsel olarak akranları arasında normal davranış sergileyen çocuklar, büyüdükçe bencil, rekabetçi, uyumsuz, dikkatsiz ve mutsuz olabiliyorlar. Demek ki, çocukları eğittiğimizi zannederek, aslında onlardaki doğruları alıyor ve farkında olmadan anormalleştiriyoruz.

 

***

                Sevgili anne-babalar!.. İşte bu konuya bence ciddi ciddi kafa yormalıyız artık.

                4-5 yaşına kadar hiçbir sorumluluk verilmeden, bütün ihtiyaçları ve istekleri anne-babası tarafından karşılanmış, sonra kreş ve anaokullarında yönergeler ve masa başı etkinliklerine boğulmuş, okula başlar başlamaz da ödev, test ve sınavlarla yarışa sokularak minicik omuzlarına ağır yükler yüklenmiş, çocuk oldukları unutularak oyundan, yaşayarak öğrenmeden, hata yapmaktan ve hareket etmekten mahrum bırakılmış yavrulara acıyorum ve üzülüyorum…

                Keşke elimde bir sihirli değnek olsa da tüm çocukları, özgür ve mutlu kılabilsem.

***

 

OYUN

                Sebzelerden sevdiklerim

                Havuç, domates, oyun.

                Meyvelerden sevdiklerim

                Elma, şeftali, oyun

                Bence en iyi besin, oyun.

                Çünkü;

                Hiçbir şey yemesem bile bazen

                Oynarken doyuyorum.

                                               İsmail UYAROĞLU

 

***

Oyun çocuğu besler. Oyun çocuğun işidir. Oyun oynayan çocukları geriden seyredin. Gerçek hayatta yetişkin olduklarında alacakları roller hakkında size ipucu verirler.

                Oyun çocuğu iyileştirir. Oyun çocuğun hayatıdır, nefesidir…

                Oyunsuz bırakmayın efendiler şu zavallı çocukları.

                Oyunsuz bırakmayın… Nefessiz bırakmayın…

                Sevgiyle ve  oyunla kalın!..

               

                

YORUMLAR

  • 0 Yorum